Tüm Hastalıklarla ilgili temel ön bilgiler bulabileceğiniz burda

Temel Yaşam Desteği

T E M E L Y A Ş A M D E S T E Ğ İ
3-5 saniye cevap verip vermediğini kontrol edin (İyi olup olmadığını sorun, omuzlarına dokunun). Eğer cevap yoksa, yardım için bağırın. Eğer yardım çağrınıza cevap yoksa ve hasta bir yetişkin ise, hemen ACİL AMBULANS SERVİSİ'ni aramalısınız. Eğer hasta bir çocuk veya bebek ise ve yardım çağrınıza cevap yoksa, 1 dakika hasta ile ilgilendikten sonra ACİL AMBULANS SERVİSİ'ni arayın. Her çevrede başkaları da varsa onlara arattırın ve siz ACİL AMBULANS SERVİSİ gelene dek hasta ile ilgilenin:

Solunum Yolu Tıkanması

S O L U N U M Y O L U T I K A N M A S I
Solunum yollarına yabancı cisim (bilye, toka,vs.. gibi cisimler kaçması ile lokmanın soluk yolunu tıkaması) ile soluk almada güçlük veya soluk alamama oluşabilir. Bu gibi durumlarda yapılacaklar:

Heimlich Manevrası:
- Hastanın arkasına geçerek beline kollarınızı dolayın.
- Bir yumruğunuzla diğerini kavrayıp başparmak tarafını hastanın karnına gelecek şekilde göbeğin üzerine, Ksifoidin (iman tahtası) altına yerleştirin.
- Yumruğunuzu hastanın karnına yerleştirip yukarıya doğru hızla itin.
- Bu işi 6-10 kez tekrarlayın.




Hasta sırtüstü yatıyorsa:
- Hastayı sırtüstü yatırın; hastanın kalçasına yakın diz çökün veya hastanın kalşçaları veya bacakları üzerine ata biner gibi oturun.
- Bir avucunuzu hastanın karnına, ksifoidin (iman tahtası) altına, göbeğin üzerine yerleştirin, 2. eli birincinin üzerine koyun
- Eli hızla yukarı doğru iterek hastanın karnına 6-10 kez bastırın.



Yabancı cisimin elle çıkarılması:
Eğer hava yolunu tıkayan cisim ağızda ise:
- Başparmak ve işaret parmağınızı çaprazlayın ve hastanın üst ve alt çenesine dayayın.
- Hastanın çenesini açması için parmaklarınızla zorlayın.
- Diğer elin işaret parmağını hastanın ağzına sokarak yanaklarından boğazına kadar temizler şekilde dolaştırın.
- Herhangi bir yabancı cismi dışarı doğru çekin ve tutlabilecek yere geldiğinde dikkatle tutup çıkarın.

Bebeklerde yabancı cisim çıkarılması:
- Bir elinizi bebeğin sırtına ve boynuna koyun. Diğer elinizi çene ve yüzü destekler şekilde yerleştirin.
- Bebek hafif başaşağı gelecek şekilde yüzüstü tutunuz ve sırtına ard arda 4 kez vurunuz.
- Eğer yabancı cisim henüz çıkmadı ise bebeğin yüzü yukarı gelecek şekilde çeviriniz sternum(iman tahtası) üzerinden göğsüne basınız.

Temel İlk Yardımda Göz Yaralanması

ACİL SAĞLIK 112


GÖZ YARALANMALARINDA İLKYARDIM
Bir kaza olduğunda kütüphaneye gidip ilk yardım olarak ne yapılması gerektiğine bakamazsınız. Daha önceden bilmeniz gerekir. Ciddi yaralanmalarda doğru ilk yardım sıklıkla körlüğü önler. Yanlış ilk yardım körlüğe neden olur. Yaygın olarak görülengöz yaralanmaları 6 tiptir. Her biri için özel olarak ilk yardım girişimi gerekir.

1. Kimyasal göz yanıkları:
Şayet kuvvetli bir kimyasal madde (örneğin pil asiti, kezzap, laboratuar veya endüstriyel eriticiler, zehirler, kireç tozu) gözün saydam kısmına (kornea) atılırsa korneanın normal saydamlığı hızla bozulur. Dakikalar içinde (madde çok güçlü ise saniyeler içinde) korneanın hassas hücreleri gerçekten yanar. Vücudun bir yerinde kötü bir yaralanma olduğunda skar dokusu bırakarak iyileşme olur. Derin bir kesi veya yanıktan sonra ciltte oluşan bir skarı bilirsiniz. Böyle bir skarın korneada oluştuğunu düşünürseniz gözü nasıl kör edebileceğini anlarsınız.

Kimyasal bir yanık için ne yaparsınız?
Hemen ilk yardım, gelecekte yapılabilecek herjhangi bir tedaviden çok daha önemlidir. Şimdi gözü yıkayarak kimyasal maddeyi uzaklaştırmalısınız. Hiç bir şey için beklemeyin. Gözü hemen yıkayın. Bunu yapmazsanız birkaç dakika içinde gözde kalıcı körlük gelişecektir.
- Gözü normal su ile yıkayın. Antidot aramayın. Hastanın yüzünü yukarı çevirin ve gözüne suyu dökün. Doğal olarak bu hastanın hoşuna gitmez ve yanığın yaptığı ağrı ve soğuk suyun irritasyonu nedeniyle gözlerini sıkarak kapatır. Göz kapaklarını tutarak açmanız gerekir. Göz veya gözkapaklarına bastırmayın. Kaşlarına veya yanağına bastırın. Hastaya yıkamanın önemini anlatın. Hastayı kovalarca su dökerek boğmanız gerekmez, nazik bir akıntı halinde yıkamanız yeterlidir.
- Kuvvetli bir alkali söz konusu ise gözü en az 15 dakika yıkamalısınız. Önemsiz yanıklarda o kadar uzun süre yıkamanız gerekmez. Ancak, gerçekten kötü bir maddeyi gözden uzaklaştırmak için birkaç dakika yeterli değildir.
- Farzedin ki hiç su bulamadınız. İrritan olmayan herhangi bir başka sıvıyı da kullanabilirsiniz. İrritasyon olmadan içebiliyorsanız gözü de o sıvıyla acil durumda yıkayabilirsiniz. Süt, alkolsüz içkiler, portakal suyu, çukulata sütü bu tip herhangi birşey işe yarar.
- Kimyasal maddenin antidotunu aramayın. Örneğin alkali yanığında sirkenin, asit yanığında sodanın iyi geleceğini düşünebilirsiniz. Antidot aramak için geçirilen zaman gözün tahrip olmasına yol açar. Ayrıca antidotun kendisi de göze zarar verebilir.
- 15 dakikalık yıkama işini bitirmeden doktora gitmeyin. Daha sonra hemen doktora gidin çünkü yıkamadan önceki ilk birkaç saniye içinde gözün yüzeyi yanmış olabilir. Yüzey iyileşinceye kadar infeksiyon önlenmesi için antibiyotikler önemlidir.

2. Göz delinmeleri:
Şayet kırık cam parçası, sivri bir tel, diken veya uçan bir metal parçası göze girrdiğinde en korkunç olay olur. Giriş deliği çok küçük bile olsa göz içine mikrop taşıyarak abse oluşumuna ve körlüğe yol açar. Daha büyük bir yara ağzı gözün hassas yarı sıvı yapılarının dışarı kaçmasına neden olur. Böyle bir göze basınç uygulanması göz içeriğinin daha kolay dışarı fırlamasına yol açarak felaketle sonuçlanır.

Tabii bir gözde böyle bir kesi meydana gelirse kanama olur veya kesi yerinden sıvı dışarı çıkar. Yaralanan bir insanın yanağından kan veya sıvı sızarsa ne olur? Doğal olarak insan koşar ve bir havlu veya bezle kanı temizler. Bunu yaparken göze basınç yaparsa gözün boşalmasına neden olur. Lütfen bunu yapmayın. Kesik bir gözün yakınını silmeyin veya bastırmayın. Hastanın gözünü silmesine izin vermeyin.

Penetran bir göz yaralanmasında en doğru ilk yardım göz ve kapaklara bası yapılmamasıdır. Mümkünse bir kapakla göz kapatılmalıdır. Kağıt bir fincanın yarısını kesip kenarlarını aşağıya doğru kestikten sonra yanlara doğru açarak bir kapak yapılabilir.

Tüm izciler kanayan bir yaraya baskı uygulayarak kanamanın durdurulduğunu bilir. Bu doğrudur ama göz için değil. Kanayacak kadar kötü yaralanmış bir gözü böyle bir basınç mahveder. Bırakın kanasın! Bir süre sonra duracaktır ve kanama hastanın ölümüne yol açmaz. Tabii ki, tüm delici yaralanmalar acil müdahale gerektirir. Bunlar ciddi, acil durumlardır.

3. Gözün çizilmesi veya göze toz girmesi:
Herkesin gözüne sinek veya toz parçası kaçmıştır. En önemlisi gözün içine birşey kaçınca ovuşturulmamasıdır. Çünkü yabancı cismin korneayı çismesine yardımcı olabilir.

Genellikle irrite gözün sulanması yabancı cismin yıkanarak uzaklaşmasını sağlar. Göz kırpma da yardımcı olur. Bunlar işe yaramazsa ilk yardım gerekir. İlk yardımı yapan kişi göz içinde yabancı cismin yerini tayin etmelidir. Tedavi açısından, partikül gözün saydam veya beyaz kısmı üzerinde olabilir. Her ikisi için farklı tedavi gerekir.

Kornea içine gömülmüş bir toz parçasına ilk yardımı yapan kişi dokunmamalıdır. Kırpma ile çıkmayacak kadar gömülmüş ise çıkarılması için lokal anestetik gerekir. Kornea dokunmaya ve ağrıya çok hassastır. Ayrıca böyle bir yabancı cisim yüzeyi bozarak enfeksiyon eğilimini arttırır. İnfeksiyon riski antibiyotik tedavisi ile azaltılabilir. Bu nedenle, önemli bir çizik veya gömülü bir yabancı cisim olan bir kornea doktor tarafından görülmelidir. Kornea enfeksiyonları görme kaybına yol açan yoğun zararlar bırakır.

Toz, gözün beyaz kısmında ise (konjonktüre) problemi doktora ihtiyacınız olmadan çözebilirsiniz. Konjonktüreenfeksiyona çok dayanıklıdır ve küçük cizikler ciddi hasara yol açmaz. Tüm yapmanız gereken bir kağıt ve bez parçasını kıvırıp ucuyla yabancı cismi silerek almanızdır. Bu fazla bir acıya neden olmaz. Partikül alınır alınmaz batma hissi kaybolmalıdır. Siz alt kapağı aşağı çekerken hasta yukarı bakarak size yardımcı olabilir. Bu pozisyon konjonktürenin tüm alt kısmını görmenizi sağlar. Yer çekimi nedeniyle göze giren şeylerin çoğu konjonktüre alt yarısına yerleşir. Bazen partikül gözün üst yarısındadır. Bunları almak daha güçtür. Üst kapağı yukarı çekerken hastaya aşağı bakmasını söyleyin. Bazen yabancı cisim kapağın orta yüzündedir. Bunu almak için kapak ters çevrilmelidir. Göz hala batmaya devam ediyor ve siz de problemi göremiyorsanız bir doktora göstermek gerekir.

Hasta bir metal üstüne metalle vuruyorken yabancı cisim gözüne fırladı ise küçük bir çelik parçası gözü delerek içeri girmiş olabilir. Böyle bir yaralanma yüzeyde görülemiyebilir. Bazen hemen hemen hiç ağrı olmaz. Bu tip yaralanmalarda dikkatli olun. Koruyucu gözlük takmadan böyle bir iş yapmayın.

4. Morarmış göz:
Kapaklardaki gevşek dokular içine kanama olduğunda göz morarır. Cilt altında kanama siyah veya mavi görülür. Kapak dokusu gevşek olduğundan kanama kapakları çevirir. Alın, burun ve yanak derisi sıkı olduğundan bu kısımlara kan gitmez. Bu nedenle, morarmış göz bir kan damarı yırtılacak kadar sert bir travma olduğunun göstergesidir. Birçok travma göze hasar vermez çünkü göz kemik cep içinde korunmaktadır. Ancak mor göz kesinlikle bir travma olduğunu ve gözün de yaralanmış olabileceğini düşündürür. Görmeniz bulanıklaştı ise doktora gitmelisiniz. Bu durumlarda bulanık görme göz içine kanama olduğunu ifade eder. Böyle bir göze ilk yardım eskiden beri soğuk bir büftek parçasının göz üzerine konmasıdır. Ancak bunun pek faydası olmaz.

GÖZ PROBLEMLERİ KONUSUNDA KİME BAŞVURMALISINIZ?

Günümüzde o kadar çeşitli sağlık personeli vardır ki insanın kafası karışır.

1. Medikal doktor (MD); Antibiyotikler, anestetikler, allerji tedavisi ve diğer tıbbi bakım konusunda eğitilmiş ve tecrübe kazanmıştır. Ameliyat yapar, yaralanmaların ve kanserin teşhisini koyar, ve genellikle bilgisi iyidir. Pratisyenlerin çoğu küçük göz problemlerinin çoğunu tedavi edebilir.

2. Oftalmolog; göz konusunda ihtisas yapmış bir doktordur. Göz problemlerinin tedavisi konusunda yılların tecrübesine sahiptir ve herhangi bir göz probleminiz için başvurabilirsiniz. Bu alanda en iyi eksperttir.

3. Optisyen; gözlük verir. Uygun cam için gözünüzün ölçümünü bile yapmaz. Yaptığı iş yalnızca oftalmolog ve optometrist tarafından önerilen uygun camı sizin için en uygun gözlük çerçevesine yerleştirmektir.

4. Optometrist; gözlük camı için gözünüzün ölçümünü yapar. Ya uygun cam derecesinin reçetesini verir ya da kendisi gözlüğü sizin için hazırlar. Tıbbi eğitim almamıştır.

Temel İlk Yardım

T E M E L İ L K Y A R D I M
G Ö Z L E M

EMİN BİR YER ARAYIN:
Amaç kendimizin ve hasta veya yaralının biran önce tehlikeli bölgeden uzaklaştırılmasıdır. İlk yardıma başlayabileceğimiz güvenli bir yere taşınır. Taşıma yapılırken sakin davranılmalı, mümkünse sağlam tarafından tutularak taşınmalıdır.

SORULARINIZA YANIT VERİYOR MU?
Sorulan sorulara yanıt veriyorsa hastayı yan yatırın. Hava yolu, solunum, nabızı gözlemleyin, kanama varmı kontrol edin.






Yanıt vermiyorsa:
A. HAVA YOLUNU AÇIN (AIRWAY):
- Ağızdaki tıkanıklığı temizleyin,açın.
- Hastayı sırt üstü yatırın.
- Hava yolunu açmak için alını geriye,çeneyi öne çekin.
- Çeneyi destekleyin.
- Profesyonel yardım çağırın.
a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuGo7M9I7U1SYLOSTeCd3xxB45ej1JOVHPKbGEx5d1P2Wa9vb0QJkmVtFNgGo7yK5QlMElPnWtcMdTgcpEeopJqxehXSUTlbD3HrigKWRjFKqWJ9idiv6BYjzBJEMROTpNLMOvPdZkjDdH/s1600-h/temelilkyardim7.gif"> Açık
Kapalı
Tıkalı





B. SOLUNUM (BREATHING):
- Hasta soluyorsa uygun pozisyonda yatırın.
- Hasta solumuyorsa ağızdan ağıza iki yavaş ve tam soluk verin. Verdiğiniz soluk rahatça gidiyorsa hastanın solunumunun dönüp dönmediğini kontrol edin.
- Solunum geriye dönmediyse suni solunuma devam edin.





C. DOLAŞIM (CIRCULATION):
- Nabzı kontrol edin. Nabzı atıyorsa solunum desteğine devam edin; kendiliğinden solunum başlarsa uygun pozisyonda yatırın.
- Nabız atmıyorsa yetkili bir kurstan kalp masajı eğitimi almış iseniz kalp masajı yapın. Tek kişi iseniz 15 kalp masajı/2 soluk; İki kişi iseniz, 5 kalp masajı/1 soluk olmak üzere profosyonel yardım gelinceye kadar masaja devam edin.
- Her 1 dakikada bir kalp atımının dönüp dönmediğini kontrol edin.

Not: Kalp masajı canlı insanlarda kesinlikle uygulanamaz.

Böbrek Taşı


İdrarda bulunan oksalat billurlarının meydana getirdiği böbrek taşları, kum tanesi kadar olabildiği gibi pinpon topu büyüklüğünde de olabilir. Ufak taşlar böbrekten kolaylıkla çıkabilr. Büyükler ise böbreklerden mesaneye giderken şiddetli ağrılara neden olur Göğsün yukarı ve ön kısmında, kaburgaların altında, ani ve kıvrandırıcı ağrı hissedilir. Terleme ve kusma da görülebilir. İdrarın rengi bulanık ve bazen kanlıdır.

Böbrek Taşı Nedir:
Henüz tamamen anlaşılamamış bazı sebeplerle normal idrarın içeriğinde bulunan özellikle ürik asit ve kalsiyum gibi maddeler kristalleşerek böbrek içinde taş olarak adlandırılan yapıları oluştururlar. Tıbbi adı Nefrolitiazis dir. Oluşan bu taşlar golf topu kadar büyük olabileceği gibi kum tanesi kadar küçükte olabilirler. Düzgün yuvarlak, sivri, asimetrik vs. çeşitli şekillerde olabilirler. Çoğu taş sarı-kahverengi renklerdedir. Ancak kimyasal bileşimine göre bronz rengi, altuni veya siyah renkli taşlar da olabilir.

Bazı taşlar hiç belirti vermeden böbrekte kalabilirler. Bazıları ise ureterler, mesane ve uretra boyunca yer değiştirirler ve idrarla dışarı atılabilirler. Küçük olan taşlar herhangi bir belirti vermeden veya çok az bir rahatsızlıkla dışarı atılabilirken daha büyük olan taşlar çok şiddetli ağrılara sebep olabilirler.Bazende idrar geçişini önleyebilen tehlikeli tıkanıklıklar oluşturabilirler.

Görülme Sıklığı:

Oldukça sık görülen bir hastalıktır. Erkeklerin % 10-15 i, kadınların ise ortalama % 5 inde görülür.İlk olarak genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkar. Özellikle erkeklerde bir kez taş oluşmuş erkeklerin 2/3 ünde ortalama 9 yıl içinde taş tekrarlamaktadır.

Sebepleri:

Böbrek taşını oluşturan sebepler kesin olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar içilen suyun çok fazla sert ( kalsiyum sulfat içeriği fazla ) veya çok fazla yumuşak ( sodyum karbonat içeriği fazla ) olmasının etki edebileceğini söylemektedirler. Aşırı alkol tüketimi, gut hastalığı da aşırı taş oluşumuna sebep olabilir.Bazı araştırmacılar ise aşırı sıvı kaybına neden olan sıcak iklimlerde böbrek taşının daha sık rastlandığını, bir başka grup birtakım özel yiyeceklerin bövrek taşına neden olduğunu iddia etmektedir.

Supersaturasyon teorisi: ( aşırı doygunluğa bağlı kristalleşme teorisi.) En yaygın teoridir. Vücudun susuz kalmasına bağlı olarak idrar daki sıvı oranı ile çözünen katı maddeler arasında dengesizlik oluştuğuna inanılır. Bu çözünmüş artık maddeler ile aşırı yüklenen idrar bir noktada doygunluğa uğrar ve bu noktadan sonra artık maddeler yavaş yavaş birikerek kristalizasyona ve taş oluşumuna sebep olur. Bu nedenle taş oluşumunu engellemek için çok miktarda su içilmesi önerilir.
İnhibitörler: Normal idrar kristalleşmeyi engelleyen inhibitörleri içermektedir. Bir teoriye göre bazı kişilerde bu inhibitörler yeterli görevi yapamamakta , kristalleşmeyi ve dolayısıyla taş oluşumunu engelleyememektedir.
Böbrek Taşlarının Tipleri:

Böbrek taşları kimyasal içerik olarak farklılıklar gösterir.

Kalsiyum Taşları:
Tüm böbrek taşlarının yaklaşık % 70-80 i ya kalsiyum oksalat, veya kalsiyum fosfat ya da her ikisinin bileşiminden oluşur. Kalsiyum diş ve kemik sağlığında önemli rol aynar ve normal diyette bulunur. Kalsiyumun fazlası idrar yolu ile ile vücuttan uzaklaştırılır. Kalsiyum taşları da hiperkalsiüri ( idrarda aşırı kalsiyum bulunması ) li kişilerde oluşmaktadır.

Kalsiyum taşı oluşan hastaların % 40 ında sebebi bilinmeyen ailevi geçişli kalsiyum metabolizması bozukluğu vardır.Ender olarakta kalsiyum metabolizmasını harekete geçiren parotiroid hormonunu aşırı miktarlarda üreten paratiroid bezi tümörü sebep olmaktadır. Furasemid gibi diüretikler, kalsiyum bazlı antasitler ve steroidler de hiperkalsiüri ye neden olabilmektedir. Aynı zamanda bazı barsak hastalıkları, A ve D vitamininin çok yüksek miktarlarda alınması, et, tavuk, balık gibi yiyeceklerin aşırı alınması da sebep olabilmektedir.

Diyette B vitamininin çok az veya C vitamininin çok fazla olması ile kalsiyum oksalat taşlarının oluşumu arasında bir ilişki kurulmaktadır.

Ürik Asit Taşları:
Ürik asit vücutta protein yıkımı sonucu normal olarak oluşur ve idrarla atılır. Ancak bazı kişilerde özellikle erkeklerde ürik asit böbreklerde ve eklem yerlerinde birikebilir. Eklemlerde ürik asit birikmesi ailevi geçişli olan gut hastalığında görülür. Böbreklerde birikmesi ile de ürik asit taşları oluşur.

Böbrek taşlarının % 5-23 ü ( özellikle çoğunlukla erkeklerde olmak üzere) ürik asit taşlarıdır. Ürik asit taşlarında genetik faktörlerin de rol oynadığı öne sürülmektedir. Yüksek proteinli ( özellikle et ürünleri fazla ) diyet alanlarda ürik asit taşı oluşma olasılığı artmaktadır.

Enfeksiyon taşları:
Tüm taşların yaklaşık % 20 sini oluştururlar. İdrardaki ürenin bakteriler tarafından bozulması ile asidikleşen idrarda oluşan amonyak ve magnezyumun kristalleşmesi enfeksiyon taşlarına neden olmaktadır. Üriner sistem enfeksiyonu geçirmeye daha yatkın olan kadınlarda erkeklere oranla daha sık rastlanmaktadır.

Sistin Taşları:
Sistin sinir kas ve bazı dokuların yapı taşlarından olan aminiasitlerden biridir. Ender görülen ailevi bir hastalık olan sistinüri de böbrekler de sistin taşları oluşur. Tüm taşların % 1-2 sini oluşturmaktadır.

Belirtiler:

Böbrek taşları zaman içinde yavaş yavaş oluşurlar. Zaman zaman küçük belirtiler verebilirler. Ancak belli bir boyut ve pozisyona ulaştığında ani olarak belirtiler ortaya çıkar.
Henüz yeterince büyük olmayan ve böbrek fonksiyonlarına zarar vermemiş " sessiz" olan taşlar rutin röntgen incelemesi esnasında ortaya çıkabilir.Bazen bu sessiz taşlar böbrek fonksiyonunu bozana kadar farkedilemeyebilir ve böbrekte kalıcı hasarlar oluşabilir.



Bazen sırt ağrısı, kas ağrısı sanılabilen küçük belirtiler verirler. Bu tür hastalarda sık sık idrar yolları enfeksiyonu gelişir.

Ancak en klasik belirtisi taşın bulunduğu bölgede yaptığı irritasyona veya tıkanıklığa bağlı olarak oluşan ve renal kolik adını alan şiddetli ağrılardır.

Renal kolikte ağrı aniden, genellikle gece veya sabaha karşı gelir. Akut apandisit veya barsak kökenli ağrılarla karışabilir. Ağrı belde, iki yanda veya mide bölgesi ve kasıkta başlayabilir.Erkeklerde testislere veya penise yayılabilir. Ağrı ,ile birlikte mide bulantısı, kusma, titreme, ateş görülebilir.Hasta huzursuzdur. Bir oturur, bir kalkar. şiddetli idrar yapma isteği ve idrar yaparken yanma oluşur.

Böbrek taşlarında görülen bir diğer klasik belirti ise hematüri olarak adlandırılan idrara kan hücrelerinin karışmasıdır.Bu kan hasta tarafından çıplak gözle görülebileceği gibi ancak mikroskopla görülebilecek tarzda az da olabilir. İdrar genellikle koyu renkli, bulanıktır ve bazen kokulu olabilir.

Tanı:

Genellikle şikayetlerinizi dinleyen doktor idrar da kan hücrelerinin de görülmesi ile tanı koyabilir. Şikayetlerin taş nedenli olduğunu doğrulamak üzere röntgen tetkiki veya ultrasound tetkiki isteyecektir.Böylece taşın boyutu , şekli ve yeri konusunda bilgi sahibi olacaktır. Kan ve idrar tahlilleri ile de taşın kimyasal yapısı, idrarda kan olup olmadığı ve enfeksiyon bulunup bulunmadığı hakkında bilgi sahibi olacaktır.

Yapılacak rötgen tetkiki direk karın filmi veya İVP adı verilen ve damardan bir ilaç verilerek gerçekleştirilen özel bir röntgen olabilir.

Tüm taşlar röntgen filmi ile görülemez.Bu gibi taşların görülmesinde ultrasound yararlı olacaktır. Ancak ultrasound da da çok şişman hastalarda ve 3 mm nin altındaki taşlarda başarılı sonuçlar alınamayabilir.

Röntgen filminde diğer kemik yapıları ile karışan taşlarda kompüterize tomografi istenebilir.

Tedavi:
Hafif belirtilerde:
Yapılan tetkiklerle bulunan taşın çapı 4 mm. den küçük ve belirtiler de çok şiddetli değilse, hastanın her gün içtiğinin birkaç katı daha fazla su içmesi önerilir. Bu idrarla birlikte taşın atılmasına ve başka taşlar oluşmasını engellemeye yardımcı olur.Birkaç hafta veya ay beklenir. Aynı zamanda diyetine de dikkat etmesi önerilir.

Bir iki hafta sonra tekrar röntgen veya ultrason tetkiki yapılarak taşın üriner sistem boyunca daha aşağılara ilerlediği görülürse aynı tedaviye devam edilir. Herhangi bir değişiklik olmaz ise başka tedavi yöntemlerine geçilir.

Hareketsiz bir yaşamdansa bolca hareket etmek, örneğin yürüyüş yapmak taşın düşürülmesinde yarar sağlayacaktır.

Bekleme esnasında taş hareketi ile oluşan ağrıların giderilmesi amacıyla ağrı kesiciler kullanılabilir.

Yine taşın düşürülmesi beklenirken idrarın süzgeç görevi yapabilecek bir maddenin içinden geçirilerek yapılması düşürülecek taşın yakalanmasına olanak verir. Böylece taşın kimyasal analizi yapılarak ileride taş oluşumunu engelleyebilecek diyetsel önlemler alınabilir.

Taşın Çıkarılması
Kendiliğinden düşmeyen taşlar, çok fazla ağrı ve kanamaya neden olan büyük taşlar, idrar akışını durdurarak kalıcı böbrek hasarına sebep olabilecek taşlar, akut batın tablosu oluşturan taşlar çeşitli tedavi yöntemleriyle vücuttan uzaklaştırılmalıdırlar.

Ureteroskopi:
Bu yöntem orta veya alt üriner sistemin küçük taşlarının çıkarılması için kullanılır. Cerrahi bir işlem gerektirmez. Lokal veya genel anestezi ile yapılır. İnce uzun, kolay bükülebilen, fiberoptik bir aletle urethradan mesaneya girilir, taş tesbit edilir ve özel bir aletle çıkarılır veya laser kullanılarak kırılır. Bu tedaviden sonra hastaya birkaç gün için silikon bir tüp takılır.



Litotripsi:(Taşın kırılması)
Özellikle son 20 yıldır hızla gelişen teknikler sayesinde böbrek taşları çeşitli yöntemlerle kırılarak toz haline getirilmekte ve bu şekilde vücut dışına atılımları sağlanmaktadır. bu iş için şok dalgalarını veya ses dalgalarını kullanan litotripter olarak adlandırılan makinalar geliştirilmiştir.

1980 lerin başlarında üretilen ilk litotripter ler hastanın leğen kemiğine ve böbreklerine zarar vermemek için çok dikkatli kullanılmaları gerekiyordu.Taşları ancak 2-3 parçaya bölebiliyordu. Oysa son yıllarda geliştirilen modern litotripterler taşları oldukça küçük parçalara ayırabilmekte ve iyice ufalanan taş parçacıkları idrarla kolayca atılabilmektedir.

Hastaya gevşemesi için bir sakinleştirici verilir ve local veya genel anestezi uygulanır. İşlem genelde bir saatten uzun sürmektedir. Hasta birkaç gün içinde normal günlük yaşamına dönebilir. Bazı durumlarda taş kırma seansınıntekrarlaması gerekebilir.

Ultrasonik Litotripsi:
Ureteroskopi benzeri bir işlemle spinal anestezi yapılan hastada taşa yüksek frekanslı ultrason dalgaları verilerek taş kırılır.Fazla başvurulan bir yöntem değildir.

Elektrohidrolik Litotripsi: ( EHL )
Bu teknikte küçük taşlar elektrikle üretilen şok dalgaları ile kırılır. Genel anestezi gerektirir. Kolay bükülebilen bir ureteroskop kullanılır. Kullanımında bazı zorluklar oluşabilir.

Extracorporeal Shock Wave Litotripsi (ESWL)
Günümüzde en sık kullanılan ve en çağdaş yöntemdir. Vücut dışında oluşturulan ve vücuda odaklanan şok dalgaları için taşların kırılarak toz haline getirimesi esasına dayanır.

ESWL nin ilk çıkan tiplerinde hastaya sakinleştirici ve/veya anestezi verilerek su dolu özel bir tankın üzerine asılmış sedyenin üzerine yatırılır. Röntgen ışınları ile taşın yeri belirlenip bu bölge şok dalgakları ile taş ufalanıncaya kadar bombardımana tutulur. bu ilk makinalarda hastanın şişman veya zayıf olması, taşın ureterin alt bölümlerinde olması sonuç alınmasını zorlaştırmakta idi.

Son teknolojiye göre üretilen makinelerde ise su tankı yerine özel yastıklar kullanılmakta, hastalarda boy ve kilo kısıtlaması olmamakta, taşın pozisyonunu belirlemek için daha az X ışınına ihtiyaç duyulmakta veya X ışını yerine ultrasonografi kullanılmakta, çok az hastada genel anesteziye gereksinim duyulmaktadır. ayrıca sistin taşları ve alt ureterdeki taşların kırılması da daha kolay olmaktadır. Tedavi süresi de kısalmıştır.

ESWL ile kırılan taşlar idrarla kendiliğinden kolayca atılabilmektedir.

Perkutanöz Nefrolitotomi
ESWL nin etkili olamdığı bazı durumlarda kullanılır.Taşın çapı 3 cm den büyükse, pozisyonu ve şekli ESWL uygulamaya müsait değilse, böbrek fonksiyonları aşırı zayıflamışsa, hayatı tehdit eden bir kalp hastalığı varsa veya kalp pili kullanıyorsa, hasta hamile ise , mesane hastalığı varsa, idrar yollarında anomali varsa cerrahi bir işlem olan perkutanöz nefrolitotomi uygulanır.

Cerrah veya urolog lokal anestezi ile hastanın belinde 1 cm büyüklüğünde bir delik açarak nefroskop denilen bir aletle direk olarak böbreğe veya idrar yollarına girerek taşa ulaşır.Küçük taşlar direk olarak, büyük taşlar ise ultrasonik, elektrohidrolik veya laserli cihazla kırılarak boşaltılır. Boşalmanın sağlanabilmesi için geçici olarak bir tüp takılır. Hastanın birkaç gün hastanede kalması gerekmektedir. 2 hafta içerisinde hasta normal günlük yaşamına döner.

Diğer cerrahi yöntemler
Açık nefrolitotomi denilen geniş bir operasyon çok seyrek olarak fazla komplike vakalarda, parsiyel nefrektomi denilen böbreğin bir kısmınınalınması işlemi ise böbreğin geriye dönüşümü olmayacak kadar ağır hasar gördüğü durumlarda seyrek olarak uygulanır.

Tekrarlayan Taşlarda tedavi:

Burada amaç taşın kimyasal yapısının belirlenerek bu kimyasalın idrarda kristalleşmesini önlemektir.

Korunma:

Bol su için: Daha önce taş düşürmüş kişilere tekrar taş oluşumunun engellenmesi için bol su içmesi önerilir. Özellikle sıcak yaz günlerinde içilen su miktarının arttırılması gerekir.

İdrarda kristalizasyonun engellenebilmesi ve taş oluşumunun engellenebilmesi için en azından 8 bardak su içilmesi gerekir. Hastalar çıkardıkları idrarın renginden aldıkları sıvının yeterli olup olmadığını anlayabilirler. idrarın renginin açık olması suyun yeterli olduğunu, koyu olması ise yetersiz olduğunu gösterir.



Ayrıca bol su içilmesi idrar yolları enfeksiyonlarını da önleyici bir rol oynar.

Diyetinizde kalsiyum ve oksalat miktarlarını kısıtlayın: Daha önce taş düşürmüş bir kişinin idrar testlerinde kalsiyum oranı yüksek çıkıyorsa diyetindeki kalsiyum ve oksalatı kısıtlamalıdır. Kalsiyum içeren antasitleri kullanmamalı, kalsiyum içeren süt ve süt ürünlerini kısıtlamalıdır. ( son zamanlarda bu konu tartışmalı hale gelmiştir.) Ayrıca çay, kahve, çukulata, fıstık, ıspanak, pancar gibi oksalat içeriği yüksek gıdaları da kısıtlamakta fayda vardır.

Ancak diyetteki kalsiyumun azaltılması her hastada yararlı olmayabilir. İdrarında oksalat miktarı artmış kişilere kalsiyum tavsiye edilebilmektedir. Her hasta da koşulların değişik olacağı göz önüne alınmalı, diyet doktorunuz veya diyetisyen tarafından ayarlanmalıdır.

Et ve et ürünlerini azaltın: Bu sadece taş oluşmasını engellemekle kalmaz genel sağlığınız açısından da olumlu etki yapar. Hayvansal proteinlerin azaltılması vücuda kalsiyum girişini ve ürik asit atılımını azaltacaktır.

Tuz tüketimini azaltın: Tuz idrara çıkan kalsiyumu arttırır. Ayrıca hipertansiyon riskini de azaltmış olursunuz.

Anemi

Halk arasında kansızlık olarak bilinen anemi, alyuvarların sayı olarak az olması ve alyuvarların içerisinde bulunan hemoglobin adı verilen maddenin miktarının azlığıdır.

Halsizlik

Bazı kimseler, aşırı yorgunluktan, çalışamamaktan, baş ağrısından, sırt ağrılarından, hazımsızlıktan veya huzursuzluktan şikayet ederler. Bu duruma tıp dilinde debilite veya asteni denir.

Behçet Hastalığı

İlk defa 1937 yılında bir Türk doktoru olan Hulusi BEHÇET tarafından teşhis edilen ve bu nedenle uluslararası tıp camiasında Behçet Hastalığı ya da Behçet Sendromu olarak adlandırılan hastalık; özellikle deri altı, göz, beyindeki kan damarlarının iltihaplanmasına yol açan, sebebi bilinmeyen. nadir görülen, bağışıklık sistemi ile ilgili bir hastalıktır.

Daha çok 30-40 yaşlarında ve erkeklerde görülür. Behçet Hastalığı başta Türkiye olmak üzere Çin’e kadar uzanan İpek Yolu üzerindeki ülke insanlarında diğer ülkelere nazaran daha sıkça rastlanmaktadır, fakat yine de dünyanın her yerinde Behçet Hastalığı görülmektedir. Dünya'da en çok Japonya, Türkiye ve İsrail'de görülür. ABD’de de yaklaşık 20.000 kişi Behçet hastasıdır. Bu sebeple hastanın ırkına ve bulunduğu ülkeye bakılmaksızın Behçet Hastalığı ihtimali mutlaka değerlendirilmelidir.

Behçet hastalığı bulaşıcı değildir. Her ne kadar hastalığın kalıtımsal olduğuna dair şüpheler olda da bu sav ispatlanmış değildir.

İki kardeşten biri Behçet hastası iken diğeri gayet sağlıklı olabilir.

BELİRTİ ve BULGULARI :

Behçet hastalığı kendine özgü belli bulguların varlığı ile teşhis edilir. Majör kriterler denen ve bu hastalıkta görülen belirti ve bulgular şunlardır:

- Ağızdaki tekrarlayan aftlar (aftöz ülserler)

- Göz belirtileri : İritis, iridosiklitis, hipopiyon

- Genital bölgedeki yaralar ve nongonakoksik üretrit

- Deri lezyonları : Eritema nodosum, yüzeyel tromboflebit,deride püstüller, deride paterjik reaksiyon

Behçet Hastalığı esas olarak bir damar iltihabıdır Bu nedenledir ki bulgular, damar iltihabının olduğu yere göre ortaya çıkar.

Bulguların tümünün aynı anda ortaya çıkması şart değildir. Bazı bulgular hastalığın ilk yıllarında yok iken birkaç sene sonra ortaya çıkabilir. Bu nedenle bulgular ortaya çıktıkça bir yerlere yazılması ve dökümante edilmesi önemlidir. Bir doktorun görmesi için örneğin deride çıkan yaraların fotoğrafı çekilebilir. Behçet Hastalığında görülen bazı bulgu ve belirtiler aynı zamanda Lupus, Lyme ve Crohn gibi hastalıklarda da görülebilmektedir. Behçet Hastalığı teşhisi konmadan önce diğer hastalık

olasıklıklarını dikkate almak ve değerlendirmek için kan testleri ve/veya biyopsiler yapmak gerekir. Teşhiste yararlı olan fakat Behçet Hastalığının kriteri olarak kabul edilmeyen diğer belirti ve bulgular ise şunlar olabilir;

- Subkutanöz tromboflebit

(deri yüzeyinin altındaki bir damarın enflamasyonu)

- Arteriel tromboz

(Derinin iyice altında yer alan bir damarın trombozu;

bunun sonucunda kanın pıhtılaşması)

- Epididimit (testisin üzzerinde yer alan epididim'in iltihabı)

- Arterial oklüzyon

- Merkezi sinir sisteminin tutulumu

(harekette veya konuşmada güçlük yaşanması gibi bulgular)

- Şiddetli baş ve boyun ağrısı (aseptik menenjit ihtimali)

- Eklem ağrıları veya artirit

- Hastanın ailesinde de Behçet Hastalığının olması

Bunların yanısıra aynı zamanda aşırı yorgunluk hissedilebilir; yorgunluk bir çok bağışıklık sistemi hastalığında olduğu gibi hastalığın bulgularını ağırlaştırabilir.

TEŞHİSTE KULLANILAN TESTLER :

Günümüzde Behçet hastalığı için kabul görmüş tek test paterji testidir. Steril saline çözültesinin deri altına enjekte edilmesinden

24-48 saat sonra bir papül yada püstül oluşması testin pozitif olduğunu gösterir. Testin sağlıklı olması için paterji testinin

aktif Behçet semptomları görüldüğü zaman yapılması gerekir. Yine de aktif semptomlar görülmesine rağmen paterji testinin sonucu pozitif olmayabilir. Paterji testinin pozitif çıkması tek başına Behçet teşhisi konması için yeterli değildir ve mutlaka diğer

belirtilerle birlikte değerlendirilmelidir. Test negatif çıksa bile, bir çok Behçet hastasında enfeksiyon sahasında enflamasyon

reaksiyonu görülebilir. Teşhis için kullanılan bir başka araç ise kan alınarak bakılan hastanın HLA doku tipinin araştırılmasıdır. Bazı HLA doku tipleri Behçet hastalarında daha sık görülmektedir. Bu tipler HLA-B5 ve HLA-51 dir (ve diğer çok görülen alt gruplar); fakat Behçet teşhisi konması için bu HLA tiplerinin olması şart değildir. Yeni yapılan çalışmalar MICA geninin (A6 allele) teşhis için HLA doku tiplerin daha da yararlı olduğunu ortaya koymuştur.

Şu an için Behçet teşhisi için özgül olarak kullanılan bir laboratuvar testi yoktur. Rutin (her hastaya yapılan) tahlillerden Sedimantasyon (kanın çökme hızı) bazı hastalarda hastalığın alevlendiği dönemlerde artmaktadır fakat bu durum tüm hastalar için genellenemez. Bazı enzim düzeyleri de değişikliğe uğramaktadır. Bir çok hastanın test sonuçları gayet normal çıksa da hastada ağır semptomlar görülebilir.

NEDENLERİ :

Behçet hastalığının kesin ve belirlenmiş bir nedeni henüz bulunamamıştır. Ancak bir çok uzman hastalığa yatkın insanlarda hastalığı başlatan (daha doğrusu tetikleyen) bir dış etki ya da virüslerden şüphelenmektedir.

TEDAVİ :

Hastalığın şu anda kesin bir tedavisi yoktur fakat çeşitli semptomları iyileştirmek için tedaviler bulunmaktadır. Örneğin ağızda çıkan yaraları iyileştirmek için kullanılan merhemler gibi. Siklofosfamid, Klorambusil, Azotiopirin gibi bazı immunosupressif (bağışıklığı baskılayıcı) ilaçlar tedavide denense de toksik (zehirli) etkileri nedeniyle devamlı kullanılamazlar.

Kusmak

Midenin içindekilerini, elde olmayarak ağız yolu ile dışarı atmaya kusmak, kusulan şeye de kusmuk denir. Kusmanın bir çok nedeni vardır. Örneğin, zehirli, bozulmuş yiyecekler, içki, gastrit ve ülser gibi mide hastalıkları, bazı besinlere karşı hassasiyet, bazı ilaçlar, kanser, mide kanaması, mide fıtığı, sinirlenme, migren, araç tutması, zehirlenme, kansızlık, sarılık, tiroid hastalıkları, hamilelik (bilhassa ilk üç ayda) ve çocuklarda kabakulak, bademcik veya bağırsak hastalıkları sırasında kusma görülür. Tedavinin ilk şartı, kusmanın nedenini belirlemektir. Tedavi nedene göre yapılır. Hasta kustuktan sonra, sırt üstü yatırılır. Birşey yedirilmez. Bir bardak buzlu su, yudum yudum içirilir.

Gıda Allerjisi

Gıda allerjisine 3 yaşından küçüklerde %8, erişkinlerde ise %2 sıklığında rastlanır. Gıda allerjisinden sorumlu birkaç özel gıda vardır: çocuklarda süt, yumurta, yer fıstığı, balık ve fındık; erişkinlerde ise yer fıstığı, fındık, balık ve kabuklu deniz hayvanları gibi. Gıda ile ortaya çıkan allerjilerde, deri, mide barsak sistemi ve solunum sistemi bulguları ortaya çıkabilir; bunlar allerji ile ilgili antikor olan IgE aracılığı olabildiği gibi, IgE’ den bağımsız da oluşabilirler.

Gıda yaşam için elzemdir. Genellikle hemen tüm kültürlerde 3 ana öğün ve arada atıştırılan bir çok ek gıda günlük menüyü oluşturur. Batılı ülkelerde ortalama bir insan yaşamı boyunca yaklaşık 2-3 ton kadar gıda tüketir. Bu yüzden gıda allerjisi gibi gıdalarla oluşacak rahatsızlıkların da sık görülmesi sürpriz olmamalıdır. Bugün bir çok gazete, dergi, radyo, televizyon programı, kitap ve web siteleri gıda allerjisi başlığını işlemektedir.
Tıbbın babası olan Hipokrat 2000 yıl önce gıda ile oluşan reaksiyonları tanımlamıştır. 1. ve 2. YY.’ da Yunan bilginler inek sütü ile oluşan reaksiyonlardan bahsetmişlerdir. Yumurta ile oluşan ilk anafilaktik reaksiyon Marcello Donati tarafından 16. YY.' da, balık ile oluşan anafilaksi ise Philipp Sach tarafından 17. YY.’ da tanımlanmıştır. 20. YY.’ ın başlarında klinisyenler ekzaması olan çocuklarda rashların gıda allerjisi ile ekzaserbe olduğunu rapor etmişlerdir. Bunlarla birlikte Loveless’ in 1950’ de yaptığı plasebo kontrollü gıda uyarı çalışmalarına kadar, tanı hastalık hikayesi ile konuluyordu. 1976’ da May’ in gıda allerjisi tanısı için önerdiği çift kör, plasebo kontrollü oral gıda uyarı testi şu anda gıda ile oluşan allerjik hastalıkların tanısında altın standart olmuştur.
Nomenklatürde birlik sağlamak amacıyla gıda ya da gıda katkıları ile oluşan reaksiyonlar European Academy of Allergy and Clinical Immunology tarafından mekanizmaya bağlı olarak sınıflandırılmıştır. Gıda ile oluşan reaksiyonlar; toksik ya da non-toksik reaksiyonlar olarak sınıflanabilir. Toksik reaksiyonlar o gıdanın yeterli dozda alınması ile oluşur (örneğin zehirli balıktaki histamin). Nontoksik reaksiyonlar ise allerji-aşırı duyarlılık gibi immün mekanizmalar veya intolerans gibi non- immün mekanizmalarla oluşur. IgE aracılı gıda allerjileri daha iyi tanımlanmış olup, özellikle mide barsak bulguları gibi IgE aracılı olmayan immün reaksiyonlar yeni yeni tanımlanmaya başlamıştır. Gıda intoleransı gıda reaksiyonları içinde en sık görüleni olup gıdanın kimyasal içeriği (eski kaşardaki tiramin ile oluşan başağrısı, kahvedeki kafein ile oluşan sinirlilik gibi), kişinin duyarlılığı (laktaz eksikliği) veya idiosenkrazik (önceden tahmin edilemeyen) cevaplarla ilgilidir.

Gıda Aşırı Duyarlılığının Sıklığı:
3 yaşına kadar takib edilen 480 yenidoğanın özelikle yaşamlarının ilk yılında daha sık olmakla birlikte %28’ inde gıda reaksiyonu saptanmıştır. Bunların ¼ (% 8)’ ünde gıda uyarı testi ile onaylanmış gıda allerjisi vardır. Birkaç ülkede yapılmış çalışmalarda 1 yaşına kadar olan çocukların %2,5’ uğunda inek sütü allerjisi saptanmıştır. Bu allerjilerin %60’ı IgE aracılıdır. Süt allerjisi olan vakaların %35’ i diğer bazı gıdalara da allerjik reaksiyon gösterirler. İngiltere ve ABD’ de yumurta allerjisi sıklığı % 1.3, yerfıstığı allerjisi % 0.5 sıklığında saptanmıştır. Atopik hastalığı olan çocuklarda gıda allerjisi prevalansı daha fazla saptanmıştır. Orta-ağır düzeyde atopik dermatiti olan vakaların %35’ inde bulgular gıda aşırı duyarlılığı ile alevlenebilmektedir. Astması olan vakaların % 6’ sında gıda ile uyarılmış wheezing (öter tarzda solunum) saptanmıştır. Gıda katkıları ile oluşan reaksiyonlar ise çocuklarda %1’ den az oranda rapor edilmiştir.
Erişkinlerdeki gıda allerjisi sıklığı çalışmaları daha azdır. Amerika’ daki sıklık çalışmaları yerfıstığı ve fındık allerjisinin erişkinlerin %1.3’ ünde olduğunu göstermiştir. İngiltere’ de erişkinlerde gıda ile oluşan reaksiyon sıklığı %1.4-1.8 bulunmuş, gıda katkı maddeleri ile ise %0.01- 0.23 saptanmıştır. Hollanda’ da benzer bir çalışmada bu reaksiyonların sıklığı %2 olarak saptanmıştır. Ortalama %0.5’ inde kabuklu deniz mahsülü allerjisi tanımlanmıştır.

Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonu Patogenezi:
Barsak Bariyeri
Doğumun hemen ardından birkaç saat içinde yeni doğan barsak lenfoid dokusu (barsak bariyeri) bakteri ve gıda antijenlerindeki yabancı proteinlerle karşılaşır.
Barsak bariyeri; bakteri, virüs, parazitler, gıda proteinleri için immünolojik ve non-immünolojik bariyerdir.
Yenidoğanlarda bu bariyerin olgunlaşmaması penetrasyonun artmasına sebep olur. Örneğin; 1. ayda bazal asit salınımı rölatif olarak azdır. Barsak proteolitik aktivite ancak 2 yaş civarında olgunlaşır. Barsak mikrovillüs gelişimi de erken yaşlarda tam değildir. Bu nedenlerle antijenin mukozal transportu kolaylaşır.
1200 vakalık bir araştırmada, ilk 4 ayda alınan solid gıdaların diğerlerine göre çok daha fazla atopik dermatit oluşma olasılığı var.

Ö:Artmış mide asiditesi ve diğer gıdalarla birlikte alınması emilimi azaltır.

Ö:Antiasidler vb. gibi nedenlerle mide asiditesinde azalma ve alkolle birlikte alınma emilimi arttırır.

Bir çok vakada immünolojik olarak tanınabilen proteinlere tolerans gelişir. Fakat duyarlı vakalarda bu proteinler aşırı duyarlılık yaratır.

Gıda Allerjenleri:
Diyette yüzlerce gıda olmasına rağmen bunlardan sadece birkaç tanesi major allerjenik etkiye sahiptir. Çocuklarda süt, yumurta, yerfıstığı, soya, buğday hipersensivite reaksiyonlarının yaklaşık %90’ ından sorumludur. Erişkinlerde ise yerfıstığı, balık, kabuklu deniz mahsülleri, fındık bu reaksiyonların %85’ ini oluşturur. Son zamanlarda özellikle kiwi, kavun, susam, haşhaş ve kolza dikkati çekmektedir. Gıdaların allerjenik fraksiyonları genellikle ısıya dayanıklı, suda çözünebilen, 10-70 kd büyüklüğünde glikoproteinlerdir.

Mide-barsaktaki Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonları:
IgE aracılı reaksiyonlar:
Erken mide-barsak aşırı duyarlılık reaksiyonları IgE aracılıdır ve daha çok akciğerleri ve deriyi de etkilemektedir.
Eski çalışmalarda IgE’ ye bağlı olarak ”besin aşırı duyarlılığı” radyolojik olarak gösterilmiştir. Bir çalışmada besin alerjisi olan 4 hastaya baryum-besin karışımı verilmistir. Bu karışımların yarattığı etkiler radyografik olarak incelenmislerdir. Gastrit, barsakta aşırı hareket ve kalın barsakta spazm görülmüştür.
Flouroscopic bir çalışma sonucu alerjisi olan 12 çocuga baryum sülfatlı alerjen içeren ve alerjensiz olan besinler uygulanmis ve karsilastirma yapilmistir. Mide hareketlerinde azalma, mide çıkışında spazm ve barsaklarda aşırı hareketlenme gözlenmiştir.
Gastroskop kullanılarak erken allerjik reaksiyonları 6 allerjili hastada incelemiştir. Belli bir miktar besin allerjeni mide mukozasına yerleştirilmiştir ve 30 dk sonra tekrar incelenmistir. Mukozada kırmızı ödem, bununla beraber kalın gri bir mukus ve kanama odakları görülmüştür.
Son dönemlerde, yine endoskopi yardımı ile yapılan ve daha önceki gözlemlerdeki sonuçlar elde edilen çalışmalarda buna ek olarak biopsi sonucunda burada mast hücreleri (allerji hücreleri) gösterilmiştir.
Deri testi veya RAST birçok allerjen besinlere pozitif yanit vermekte (%95).
Bulantı, karın ağrısı, kusma ve/veya ishal gibi bulgular yemek yendikten 2 saat sonra ortaya çıkar. Çocuklarda kusma çok spesifik bir bulgu değildir; iştahsızlık, kilo alamama ve karın ağrısı gibi bulgular daha değerlidir.
Son dönemlerde oral allerji sendromu adı ile bir sendrom tanımlanmıştır. Huş ağacı, Amerikan nezle otu poleni ve pelin’ e allerjisi olanlarda oluşur. Reaksiyonlar genelde dudaklarda, dilde, boğazda görülmektedir. Bu bulgular genellikle kısa sürer ve çoğunlukla kavun, karpuz ve muz yenmesinden sonra oluşur. Huş ağacı allerjisi olanlarda patates, havuç, kereviz, çeviz ve kiwi yedikten sonra oluşabilir. Bunun nedeni huş ağacı poleni ile bu sebze ve meyvelerdeki allerjik proteinler arasındaki çapraz reaktivitedir.

IgE ve non-IgE aracılı miks reaksiyonlar:
Allerjik eozinofilik özefajit, gastrit ya da gastroenterit, yemek borusu, mide ve/veya barsak duvarında eozinofil (allerji hücresi) infiltrasyonu ile karakterizedir.
Hastalığın patogenezi tam olarak anlaşılmış değildir.
Allerjik eozinofilik özefajit, genelde çocukluk ve gelişme çağında süregen reflü (mideden yemek borusuna gıda ve mide içeriklerinin geri kaçması), tekrarlayan bulantı, iştahsızlık, karın ağrısı, yutma güçlüğü, irritasyon, uyku problemi ile karşımıza çıkar. Olağan reflü tedavisine yanıt vermeyebilir.
Alerjik eozinofilik gastroenterit herhangi bir yaşta meydana gelip yemek borusu iltihabı ve/veya gastrit bulguları yaratabilir. Kilo kaybı veya gelişme geriliği görülür.

IgE’ den bağımsız reaksiyonlar:
Diyete bağlı protein enterokolit sendromu genelde bebekliğin ilk aylarında irritasyon, kusma, ishal gibi bulgularla karakterizedir. Kusma genelde gıda alımından 1-3 saat sonra belirmekte, kanlı ishal, kansızlık, karın ağrısı, gelişme geriliği görülür. Bu bulgular, genelde inek sütü veya soya proteini içeren besinlerle olabilmektedir; ama genelde anne sütü ile olmaktadır. Yumurta, buğday, pirinç, yulaf, fıstık, fındık, tavuk, hindi ve balığa karşı sensitivite rapor edilmiştir. Yetişkinlerde kabuklu deniz ürünleri (karides, istakoz vs.) buna benzer sendromlara neden olup karında kramp, kusma ve bulantıya sebep olur. Deri prick testi negatiftir.
Celiac (Çölyak) hastalığı, protein kaybettiren bir enteropatidir. Süregen ishal, gaz, karın ağrısı, kilo kaybına neden olan bir hastalıktır. Oral ülser görülebilir. Celiac hastaları gliadine hassastırlar (bugday, yulaf ve tahıllardaki bir protein). Celiac hastaları, kronik olarak gluten içerikli gıda alımı ile T hücreli lenfoma gibi kanserlerin geli?imi için risk taşırlar. Bu vakalarda diyetten gliadinin uzaklaştırılması bulguların ve hastalığın iyileşmesi ile sonuçlanır.

Deride Oluşan Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonları:

IgE aracılı reaksiyonlar
Besin alerjisi olan hastalarda akut ürtiker ve anjioödem en çok görülen bulgulardır. Bulgular çok ani gelişebilir. Sorumlu besinler genelde şunlardır: balık, kabuklu deniz ürünleri, fıstık, fındık; çocuk yaştakilerde ise yumurta, süt, fıstık ve fındık. Ancak meyveler ve sebzelerde bu grup içersine girmeye başlamıştır.
Kronik ürtikerse gıda allerjisi olanlarda çok nadiren oluşur. 554 tane gıda allerjisi olan vakanın sadece %1,4’ ünde kronik ürtiker ve anjioödem bulunmuştur. 226 kronik ürtikerli çocuğu değerlendiren bir çalışmada %31 pozitif cilt testi saptanırken bunların sadece %4’ ünde gıda uyarı testi ile pozitif sonuç alınmıştır.
IgE ve non-IgE aracılı miks reaksiyonlar:
Atopik dermatit, bir ekzema türüdür ve genelde erken çocuk yaşta başlar. Kaşıntı, tekrarlayan lezyonlar, astım ve allerjik rinit en önemli bulgularıdır. Allerjen sp. IgE, bu hastalığın patogenezinde rol oynar. Langerhans hucreleri deride artış gösterir ve yüzeylerinde allerjen sp. IgE bulunur. Atopik dermatiti ve gıda allerjisi olan çocuklarda yapılan oral gıda uyarı testi sonucunda serum histamin seviyesi belirgin artar, eozinofil aktivasyonu oluşur.
IgE aracılı olmayan reaksiyonlar:
Gluten duyarlı enteropati hastalarının bazılarında çok kaşıntılı eritemli cilt lezyonları olan dermatitis herpetiformis görülür. Atopik dermatit ile karıştırılır. Kol ve bacakların dış yüzlerinde ve kalçalarda süregen, kaşıntılı, simetrik deriden kabarık içi sıvı dolu kırmızı lezyonlar vardır.

Solunumsal Gıda Aşırı Duyarlılık Reaksiyonları:

IgE aracılı reaksiyonlar:
Gıda uyarı testi ile hem üst solunum hem alt solunum yolu reaksiyonları oluşturulabilir. Bu reaksiyonlar genelde deri ve mide-barsak bulguları ile birliktedir. RAST ile gıda sp. IgE gösterilebilir. 480 adet gıda reaksiyonu veren vakanın değerlendirildiği bir çalışmada çift kör plasebo kontrollü yöntemle % 16 vakada solunumsal bulgu saptanmıştır.
Bulgular gıdanın alımından 15-90 dakika sonra oluşmaktadır. Burunda ve göz etrafında kaşıntı en erken bulgular olup bunun ardından hapşurma ve burun akması oluşur.
Respiratuvar reaksiyonlara yol açan gıdalar, balık, kabuklular, yumurta, nohutdur.
IgE aracılı olmayan reaksiyonlar:
Heiner sendromu çok nadir görülen, gıda ile ortaya çıkan, pnömoni, akciğer infiltrasyonları, hemosideroz (dokulara demir çökmesi), mide kanaması ve demir eksikliği kansızlığı ile karakterli bir hastalıktır. Genelde inek sütü ile oluşur. Gelişme geriliği oluşur. İnek sütüne reaktif antikorlar saptanmış olup hastalığın immünolojik mekanizması tam olarak bilinmemektedir.

Anafilaksi:
Hastahanelerdeki acil servise başvuran jeneralize anafilaksilerin 2/3’ ünü arı sokması oluştururken, 1/3’ ünü gıda allerjileri oluşturur. Her yıl ABD’ de 100 tane gıda ile indüklenmiş ölümcül fatal reaksiyon bildirilmektedir. Anafilaksinin tüm bulgularının oluşmasına rağmen bu hastaların serum triptazlarında major yükselmeler olmaz.

Gıda ile İlişkili Egzersizle Ortaya Çıkan Anafilaksi:
Sık olmayan bu form gıda alımından sonraki 2-4. saatlerde egzersiz yapan vakalarda görülür. Egzersiz olmadan alınan gıda ile gözlemlenebilen herhangi bir reaksiyon oluşmaz. Bu hastalığın insidansı son 10 yılda toplumların egzersize yönelmesi ile artmaktadır. Hastalarda genellikle astma veya diğer atopik hastalıklar olup, sorumlu gıda ile pozitif cilt testi saptanır. Bu hastaların geçmişlerinde de bu gıdalarla reaksiyon vardır. Kadınlarda iki kat daha sıklıkla ve 30’ lu yaşlarda daha sık görülür. Yulaf, kabuklu deniz mahsülleri, meyve, süt, kereviz ve balık sorumlu gıdalardır.

Kalınbağırsak İltihabı

Daha ziyade bağırsakları zayıf olanlarda görülen bir hastalıktır. Bazen iltihapla birlikte ülser de görülür. Buna tıp dilinde ülserli kolit denir. Hastalık aniden başlayıp, hiç beklenmedik bir anda kaybolabilir. Hastada aniden veya yavaş yavaş gelen ishal görülür. Dışkısı kanlıdır. Hasta, karın ağrılarından şikayet eder, ateşi de yüksektir. Doktora başvurmak şarttır. Bu arada istirahat etmek ve bol vitaminli gıdalar almak gerekir. Alkol, fazla miktarda meşrubat ve süt içilmez. Çekirdek gibi kabuklu şeyler yenmez.

Kabakulak

Daha çok çocuklarda görülen bulaşıcı bir hastalıktır. Hastanın ağzından çıkan tükürük damlacıklarıyla bulaşır. Tıp dilinde parotitis epidemica denilen bu hastalık; genellikle kulak altında bulunan tükürük bezlerinin iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Kuluçka devresi, 18 gündür. Hastanın ateşi birdenbire yükselir, genel bir halsizlik görülür. Çok defa kulağın ön ve altında bulunan tükürük bezleri şişer ve acıma hissi duyulur. Yanak ve kulağın altı kabarır, kulak memesi de hafifçe yukarı doğru kalkar. Ağızda kuruluk, dilde pas vardır. İştah da azalmıştır. Bu durum birkaç gün devam ettikten sonra tükürük bezlerindeki şişlik yavaş yavaş kaybolmaya ve hasta iyileşmeye başlar. Hastalığın kendisi çok tehlikeli bir hastalık olmadığı halde; başka hastalıklara zemin hazırlar. Bu hastalıklar arasında; pankreas, gözyaşı keseleri, böbreküstü bezleri, erkeklerde husyeler, kadınlarda yumurtalıkların etkilenmesi önemli sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle en iyi şekilde tedavi edilmesi gerekir. Hastanın sağlıklı kimselerle konuşması, görüşmesi önlenir. Sulu yiyecekler verilir. Kabız olmaması sağlanır.

Titreme Hastalığı

İrade dışında meydana gelen bir hastalık belirtisidir,tıp dilinde tremor denilir. El ve ayak titremesi; daha ziyade, nevroz, isteri veya nevrasteninin belirtisidir. Hafif titremeler, genellikle, guatr, alkolizm, kurşun veya cıva zehirlenmesi ya da ihtiyarlığın işaretidir. Şiddetli titremeler parkinson hastalığı ve uyku hastalığında görülür.

Bağırsak Gazı

Bağırsaklarda hissedilen şişkinlik, bağırsak gazından kaynaklanır. Nedeni, bağırsakları besleyen bezlerin yeteri kadar çalışmaması, yemek yerken fazla hava yutma veya sinir bozukluğudur.

ABSE

Hastalık: Abseİçi cerahat dolu şişliklere verilen isimdir. Vücudun her tarafında ortaya çıkabilir. Nedeni vücuda giren mikroplardır.

Tetanoz

Tetanoz, Clostridyum tetani tarafından üretilen tetanospazmin eksotoksini ile intoksikasyona bağlı iskelet kasları, bazen glottis ve larinksin tonik spazmları ile karakterize bir hastalıktır. C. tetani, anaerobik, sporüreten, graf pozitif bir basildir. Sporlar kaynatma da dahil birçok zararlı etkene ve işleme karşı dirençlidirler. C. tetani'nin vegetatif şekilleri ısıya ve birçok dezenfektana karşı duyarlıdır. C. tetani toprakta yıllarca yaşayabilir ve ev tozlarında, birçok hayvan türünün dışkısında bulunabilir. Sporlar ve vegetatif organizmalar insanların barsak içeriğinde bulunabilir. Tetanoz, tetanospazmin ve tetanolizin adlı iki toksin üretir. Tetanospazmin klinik bulgulardan sorumlu bir nörötoksindir. Difüzyon yeteneği olan bir protein olan tetanospazmin botilinum toksini dışında bilinen en güçlü zehirdir.. Vegetatif organizmalar tarafından hasar yerinde üretildikten sonra dolaşım ya da periferik sinirler yolu ile santral sinir sistemine taşınır.

Klinik: Kuluçka dönemi 1-7 gündür. Lezyonun yerleşim yerine göre klinik bulgular değişir. Difteri Anjini : Hastalığın en sık rastlanan tipidir. Tonsillerin üzeri kirli beyaz renkte bir membranla örtülüdür. Membran kaldırılınca kanar. Difteri tek veya çift taraflı tonsili tutabilir. Membran, tonsillere, yumuşak damağa, uvulaya ve larenkse yayılabilir. Ateş iştahsızlık ve boğaz ağrısı vardır. Submaksiller lenfadenopati ve ödem nedeniyle boyun şiş görünümdedir. Difteri, bazen toksik tablo ile seyredebilir. Dolaşım Bozukluğu ve kollaps gelişebilir. Bu tip difteri genellikle fatal seyirlidir. Larinks Difterisi : Genellikle farinks difterisinden sonra gelişir. Akut obstrüktif larenjit tablosu ortaya çıkar. Ateş, öksürük ve ses kısıklığı meydana gelir. İnspiratuar dispne ve substernal, supraklaviluler çekilmeler meydana gelir. Toksin larinks mukozasında absorbe olmadığı için sistemik bulgular meydana gelmez. Burun Difterisi : Tek veya çift taraflı kanlı, irinli akıntı olur. Tedavisiz kalan vakalar kronikleşir, toksemiye yol açmaz. Bu insanlar infeksiyon kaynağıdır.
Bunların dışında göz. kulak, deri difterisi olabilir.

Komplikasyonlar : Toksik myokardit, difteri nöriti, bronkopnömoni, nefrit, plörezi, artrit, tromboz ve otitis media görülebilir.

Tanı : İnfeksiyon yerinden direkt yayma ile basil aranır. Membran kenarından alınan materyal Löeffler besiyerine ekilerek 12-24 saat içinde sonuç alınabilir.

Ayırıcı tanı : Diğer etkenlerle meydana gelen tonsillitler, krup, burunda yabancı cisim düşünülmelidir.

Tedavi : Difteride erken tanı ve tedavi önemlidir. Şüpheli durumlarda kültür sonucu beklenmeden tedaviye başlanmalıdır. * Antitoksik tedavi : Difteri antiserumu ile kandaki toksin nötralize edilir. Vakaların ağırlık durumuna ve lokalizasyonlarına göre 500-1000 İÜ/kg dozlarda IM olarak verilir. * Antibiotik tedavisi : Difteri basillerini ortadan kaldırmak için Prokain Penisillin 400-8000 Ü/gün IM yapılır. * Semptomatik tedavi

Korunma : Hastalar izole edilir. Portörlerin tedavisi antibiotikle veya tonsillektomi ile yapılabilir. En etkin yol aktif immünizasyondur

Difteri

Etken Corynebacterium diphtheria'dır. Polimorf şekilli gram pozitif basildir. Basilin uç kısımlarında koyu boya alan metakromatik cisimciklerin olması karakteristiktir. Difteri basilinin gravis, mitis ve intermedia adı verilen üç tipi vardır. Bunlardan gravis ve mitis suşlarının virulansı fazladır. Basil sistemik etkilerden sorumlu bir eksotoksin salgılar. Bu toksin kalp, sinir ve böbrek dokularında patolojik değişiklikler meydana gelir. Hastalık en sık 2-5 yaşlarında görülür, ilk 6 ayda nadirdir. Hastalık, taşıyıcılardan damlacık infeksiyonu ile geçer. Nasofarinkste yerleşen basil lokal olarak çoğalarak toksin salgılar.
Klinik: Kuluçka dönemi 1-7 gündür. Lezyonun yerleşim yerine göre klinik bulgular değişir. Difteri Anjini : Hastalığın en sık rastlanan tipidir. Tonsillerin üzeri kirli beyaz renkte bir membranla örtülüdür. Membran kaldırılınca kanar. Difteri tek veya çift taraflı tonsili tutabilir. Membran, tonsillere, yumuşak damağa, uvulaya ve larenkse yayılabilir. Ateş iştahsızlık ve boğaz ağrısı vardır. Submaksiller lenfadenopati ve ödem nedeniyle boyun şiş görünümdedir. Difteri, bazen toksik tablo ile seyredebilir. Dolaşım Bozukluğu ve kollaps gelişebilir. Bu tip difteri genellikle fatal seyirlidir. Larinks Difterisi : Genellikle farinks difterisinden sonra gelişir. Akut obstrüktif larenjit tablosu ortaya çıkar. Ateş, öksürük ve ses kısıklığı meydana gelir. İnspiratuar dispne ve substernal, supraklaviluler çekilmeler meydana gelir. Toksin larinks mukozasında absorbe olmadığı için sistemik bulgular meydana gelmez. Burun Difterisi : Tek veya çift taraflı kanlı, irinli akıntı olur. Tedavisiz kalan vakalar kronikleşir, toksemiye yol açmaz. Bu insanlar infeksiyon kaynağıdır.
Bunların dışında göz. kulak, deri difterisi olabilir.

Komplikasyonlar : Toksik myokardit, difteri nöriti, bronkopnömoni, nefrit, plörezi, artrit, tromboz ve otitis media görülebilir.

Tanı : İnfeksiyon yerinden direkt yayma ile basil aranır. Membran kenarından alınan materyal Löeffler besiyerine ekilerek 12-24 saat içinde sonuç alınabilir.

Ayırıcı tanı : Diğer etkenlerle meydana gelen tonsillitler, krup, burunda yabancı cisim düşünülmelidir.

Tedavi : Difteride erken tanı ve tedavi önemlidir. Şüpheli durumlarda kültür sonucu beklenmeden tedaviye başlanmalıdır. * Antitoksik tedavi : Difteri antiserumu ile kandaki toksin nötralize edilir. Vakaların ağırlık durumuna ve lokalizasyonlarına göre 500-1000 İÜ/kg dozlarda IM olarak verilir. * Antibiotik tedavisi : Difteri basillerini ortadan kaldırmak için Prokain Penisillin 400-8000 Ü/gün IM yapılır. * Semptomatik tedavi

Korunma : Hastalar izole edilir. Portörlerin tedavisi antibiotikle veya tonsillektomi ile yapılabilir. En etkin yol aktif immünizasyondur

Kabakulak

Kabakulak ( Epidemik Parotitis - Mumps )
Paramiksovirusların sebep olduğu bulaşıcı bir hastalıktır. Kuluçka süresi genellikle 16 - 18 gündür. Solunum yolu salgılarının aerosolleşmesi ile ( damlacık infeksiyonu ) bulaşır. Kış sonu ve ilkbahar aylarında salgınlar yapar. Tükrük bezinin şişmesinden 2 - 3 gün önce ve 5 gün sonrasına kadar bulaşıcıdır.

Klinik : Enfeksiyon % 30 - 40 subklinik seyreder. Başlangıçta ateş, kas ağrıları, baş ağrısı, ve halsizlik görülür. Tükürük bezinde (Parotis) ağrılı şişme olur, 3 - 7 gün sürer. Şişme çene açısını siler, kulak altına doğru yayılır. Kulak memesini yukarı ve dışa iter. Bazen çene altı tükürük bezleri (Submandibuler) de şişer. % 10 - 15 vakada yalnız bu bezler şişer. Dil altı (Sublingual) tükürük bezleri daha az tutulur. Beze dokunulması ağrıyı arttırır. Limon, portakal suyu gibi tükürük salgısını arttıran maddeler de aynı etkiyi yapar. Ağız içinde tükürük kanalının (Stenon kanalı) ağzı da şiş ve kızarıktır. Göğüs ön yüzünde (presternal) şişlik olabilir. Ses kısıklığı ve yutma güçlüğü görülebilir. Tanı, klinik olarak koyulur.

Tedavi : Semptomatik ve destekleyici tedavi yapılır. Ağrı kesici ve ateş düşürücüler, istirahat ve uygun beslenme ( ağız sulandıracak yiyeceklerden kaçınma) faydalıdır.

Komplikasyonlar : Meningoensefalomiyelit : Vakaların % 10'unda görülür. Parotis tutulumundan 3 - 10 gün sonra ortaya çıkabildiği gibi hastalığın tek klinik bulgusu olarak da ortaya çıkabilir. Ateş, bulantı, kusma, bilinç değişikliği, meningeal irritasyon bulguları olabilir. Beyin omurilik sıvısında glukoz seviyesi düşüktür. Kabakulak Aseptik Menenjit'in en sık nedenlerinden biridir.

Orşit, Epididimit : Adölesan devredeki hastaların % 15 - 35'inde meydana gelir. % 3 vakada tutulum biteraldir. Testisler ağrılı, hiperemik ve ödemlidir. Nadiren infertilite (kısırlık) gelişebilir.

Pankreatid : Genellikle hafif seyreder. Epigastrik ağrı, ateş, bulantı, kusma ile ortaya çıkar. Serum amilaz değeri artar.
Diğer nadir komplikasyonlar ; Nefrit, Tiroidit, Miyokardit, Mastit, Sağırlık ve Artrit'tir.

Korunma : Aktif immunizasyon (aşılama) ile olur.

Kızamıkçık

Kızamıkçık ( Rubella - German Measles - Üçüncü Hastalık - Üç Gün Kızamığı )

Etken Togavirüs ailesinden RNA içeren rubella virüsudur. Hastalık oral damlacık veya transplasental yolla bulaşır. Genellikle ilkbahar ve kış aylarında görülür. Tek antijenik tipi vardır. Hastalığı geçirenler hayat boyu bağışık kalırlar.
Klinik : Kuluçka süresi 2 - 3 haftadır. Prodromal dönemde hafif kataral belirtiler vardır. Ense ve kulak arkası (oksipital ve retroauriküler) lenf bezlerinin şişmesi karakteristiktir. Döküntüler başlamadan önce yumuşak damak üzerinde açık pembe lekelenmeler (peteşiler) meydana gelir. Döküntüler baş bölgesinden başlar 24 saat içinde tüm vücuda yayılır. Döküntüler çok küçük , pembe maküller şeklinde başlar, makülo-papüler olabilir ve genellikle birleşmez. Erüpsiyon 2 günde, rezidüel pigmentasyon da birkaç günde kaybolur. Hastalık % 10 - 40 oranında asemptomatik seyreder. Farenks ve konjoktiva hafif hiperemiktir. Kızamıktan farklı olarak fotofobi yoktur. Ateş kısa süreli ve hafiftir. Dalak hafif büyümüş olabilir. Adolesan ve erişkinde artrit / artralji olabilir. Sekel bırakmaz.

Tedavi : Semtomatiktir. Genellikle tedavi gerekmez.

Komplikasyonlar : En önemlisi gebelerde "Konjenital Rubella Sendromu"na neden olmasıdır. Gebeliğin 8 - 12. haftasında annenin Kızamıkcık geçirmesi nedeniyle meydana gelir. Viremi fetusta mitozu inhibe eder, Kromozom kırılmalarına neden olur. Fetal infeksiyon riski ilk trimestirde % 50 - 80 , ikinci trimestirde %10 - 20, üçüncü trimestirde ise nadirdir. Bu sendromda bebeklerde doğumsal sağırlık, kalp anomalileri, katarakt, mikroftalmi, mikrosefali, hidrosefali, mental retardasyon görülebilir.

Korunma : Aktif immunizasyon (aşılama) ile olur. Hastalık ile temas etmiş bağışık olmayan hamile kadına ilk 7 gün içinde 4 ml IgG yapılmalıdır. Bu temas ilk trimestirde olmuşsa gebelik sonlandırılmalıdır.

Kızamık


Kızamık( Rubeola - Measles - Birinci Hastalık )
Çocuklarda bulaşıcı hastalıktır.
Etken Paramiksovirüs ailesinden bir RNA virüsudur. Isıya dayanıksızdır. Hastalar virüsu nasofarenkste taşırlar, kan, idrar, ve nasofarenks salgılarında bulaştırırlar. Hastalığın başlangıcından 1 hafta süreyle bulastırıcıdırlar. Kızamık çocukluk çağı hastalığıdır. Anneden geçen antikorlar nedeniyle ilk 3 - 4 ay kızamık pek görülmez. Aşılamanın yetersiz olduğu toplumlarda 5 - 10 yaşlar arasında daha sık görülür. Hastalığı geçirenler hayat boyu bağışık kalırlar.

Klinik: İnkubasyon dönemi 10 - 12 gündür. Hastalığın başlangıç dönemi 3 - 4 gün sürer. Bu devrede ateş, koriza, konjoktivit, öksürük ve boğaz ağrısı gibi blirtiler ortaya çıkar. Öksürük kuru ve inatçıdır. Fotofobi sıklıkla görülür. Kızamık için patognomik olan "Koplik Lekeleri" döküntülerden 2 gün önce çıkar, hızla yayılır, 12-24 saat sonra kaybolurlar. Bu lezyonlar alt azı dişi hizasında yanak mukozasındaki gri-beyaz kum tanesi büyüklüğünde lekelerdir. Döküntülerin çıkmasıyla kaybolurlar. Makülopapüler tipteki döküntüler baştan başlar, kollara ve gövdeye yayılır. Yüz ve gövdedeki döküntüler birleşme eğilimindedir. Deri ödemlidir. Döküntünün en belirgin olduğu dönemde ateş en yüksektir. Üç gün sonra döküntüler ilk çıktığı yerden başlayarak solarlar. Yerine esmerimsi leke ve pullanma birakır. Klasik klink tablonun dışında atipik seyerden kızamık tabloları da vardır.
Tanı için klinik bulgular yeterlidir. Ayırıcı tanıda; diger döküntülü hastalıklar ve ilaç allerjileri düşünülmelidir.

Tedavi : Semptomatiktir. Akut devrede yatak istirahati, ates düşürücüler faydalıdır. Komplikasyonlara yönelik tedbirler alınmalıdır.Kızamıklı çocuklara A vitamini verimesinin hem hastalık şiddetini, hem de ölümleri azalttığı gösterilmiştir.Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği doz :6 aydan küçüklere 50 000 UI tek doz,6 - 12 ay arası 100 000 IU tek doz,12 aydan büyüklere 200 000 IU tek doz.

Komplikasyonlar : Otitis media, mastoidit, bronşiolit, bronkopnomoni, larenjit, servikal adenit, akut ensefalit, subakut skerozan panensefalit, göz komplikasyonları ve purpura gelişebilir.

Korunma : En etkin yol aktif immünizasyondur .Temas eden çocuğa ilk 1 - 2 gün içerisinde kızamık aşısı yapılabilir. İlk 1 hafta içinde yapılan gammaglobulin uygulaması da yeterli koruma sağlayabilir. Kızamığın endemik olarak görüldüğü toplumlarda aşının 9. ayda yapılması tavsiye edilir.

Kızamık aşısı ile korunmayan hemen hemen tüm çocuklar kızamığa yakalanmakta ve bunların % 1 - 5 'i ölmektedir.